Mykonos Makarnası !
Azime hanım : Ahahaa, muhteşem bir organizasyon değil mi ?
Ben : Evet, çok keyifli.
Azime hanım : Siz nereden geldiniz ?
Ben : Biz burada bağlıyız aslında, siz üstüne
geldiniz.
Azime hanım : Ahhaaa, biz de Mykonos`tan dün gece geldik !
Ben : Hoş geldiniz. Nasıldı ? Seyir, ada ?
Azime hanım : Şahane! Ben, eşim, kızım, oğlum, kuçumuz Funkimunki
, ah bir de kaptanımız. Muhteşemdi yolculuğumuz.
Ben : Nereden geçtiniz Myk0nos`a ?
Azime hanım : Valla
buradan önce Leros`a gittik, oradan Patmos`a geçtik. Sonra
dosdoğru ver elini Mykonos. Deniz muhteşem, ada çok keyifli, aman bir
eğlendik bir eğlendik. Dün sabahtan da çıktık yola, bastık geldik doooğru Bodrum`a.
Ben : Harika. İnanılmaz aslında. Şimdi de yarışa
katılacaksınız yani öyle mi ? Vallahi bravo, tebrik ediyorum. Tavsiye
edeceğiniz koylar var mı ?
Birkaç gün sonra..
Azim bey : Kaptanım naber ya ?
Kaptan : İyi valla ne olsun. Geldik işte. Sevdiğimiz malum
rotamızı yapıcaz. Siz nereden, nereye böyle ?
Azim bey: Valla biz de geldik, alışveriş filan, sabahtan da
Mykonos`a geçicez.
Kaptan: Miço da çok istiyor ama bakalım, kısmet. Patmos`tan
geçiş nasıl ? Furni, Ikaria sıkıntılı olmuyor mu ?
Azim bey: Yok abi ya, ben şimdi yükselicem Patmos`a, oradan
da basar giderim Mykonos`a..
O yaz tanıdık, tanımadık kiminle karşılaşsak, ya Mykonos`a
gidiyordu, ya da Mykonos`tan dönüyordu. Yunan adalarına dair tecrübemiz ve
sevgimiz var ancak bazıları bize ters olduğundan -kimi rotamıza, kimi teknede
yaşam formatımıza- planlarımızda hiç olmamıştı bu ada. Mykonos o yaza kadar,
dergilerden, internetten okuduklarım kadarı ile çılgın partilerin
yaşandığı, Eda Taşpınar`ın güneşlendiği renkli bir adaydı. Dolayısıyla
bizim ilgi alanımızın dışında kalıyordu.
Ben : Kaptanım, bir değişiklik yapsak da biz de mi gitsek acaba
? Çoluk çocuk millet doluşup gidiyor baksana, geçiş de çok rahat anlaşılan, hem birkaç çılgın partiye katılmanın ne
sakıncası olabilir ki ?:)
Derken, elimde yine koca bir külah dondurmayla, tekneye alışveriş yaparken buldum kendimi Patmos`ta.
Bu seyir hem alıştığımız ve sevdiğimiz adalardan oluşan rotanın dışında yeni bir adaya gidecek olmamız, hem de tek seferde yapacağımız en uzun geçişlerden (Rivayetlere göre 7-8, tahminimize göre 9-10 saat) biri olacağı için partilemek şöyle dursun, yolun kendisi başlı başına mutluluk vericiydi.
Bu kez işler anormal gelişmişti.
O yaz kiminle konuşsak, çat diye gitmiş, pat diye demir atmış,
şakkada şukkada çok eğlenmişti Mykonos`ta. Amaaan dedik, bu kez de biz kervanı
yolda düzelim.
O dönem Turgutreis`te bağlı olan Yelkenlievim`le Kalimnos`tan
giriş yaptık Yunanistan`a. Adanın güneyinde, Vlychadia`da geceledik.
Ertesi sabah doğru Patmos`a, malum limana bağlanıp eksik gedik alışverişine koyulduk.
Turgutreis - Patmos arası bildiğimiz rota, rüzgar gibi, işler de kolayımıza, keyfimiz şıkır. Ne hikmetse aramızda Mykonos lafı geçmiyor, o kadar çok dinlemişiz ki çevremizden, merak edip gugıllamıyorum bile.
Aklımda içeceğim kokteyler, 2 dirhem 1 çekirdek tatilciler,
rengarenk sokaklar, dükkanlar.. Fakat hayalimde sahilde hep kayalıklar.
Kaptanın Mykonos`u ise (sonradan öğreniyorum) bir noktada ayrılıyor benimkinden
; fışır fışır partiler, şıkır şıkır eğlenen insanlara kadar ortak olan akıl, iş
plajlara gelince; un gibi kumsal ve bol palmiye ağaçlarından oluşuyormuş meğer
kaptanın kafasında.
Neyse, sabah erkenden halatlarımızı çözdük, rotamızı malum adaya çevirdik. Planımız, sancak kontra apaz seyri ile “dosdoğru” adanın güneyini tutturmak. Kopenhag Noma`da sade ve zarif bir akşam yemeği gibi başlayan seyrimiz, Furni Kanalı`nı kıçımıza, Ikaria`yı da sancağımıza almamızla beraber Rock`n Coke Festivali`nde, toz duman olmuşken ortalık, tuvalet sırasına mı girsem, hamburger kuyruğunda mı dikilsem, ay biraz daha mı zıplasam, off başım döndü sıcaktan, bayılacam galiba birazdan halini alıverdi.
Ha yatıyoruz, ha kalkıyoruz. Bir ara kokpitin sancağından Ikaria`ya bakıyorum, göremiyorum; perde çekilmiş makam aracı gibiyiz, bizim perde mavi deniz.
Gidiyoruz ama hiçbir yere varamıyoruz sanki. Gıkım çıkmıyor, fikir benden çıktı ya hem üzgünüm hem gergin. Saydırıyorum içimden “Çamaşır makinesi tamburunun içindeyiz, bre vicdansızlar biriniz de çıkıp söylemediniz, Mykonos güzel ama yolu yol değil ”diye.
Tabii ki bu seyirden bir tek kare fotoğrafımız yok !
10 saat süren seyrin tam 4,5 saatini Kaptan iskele, ben sancak
dümende teknenin kıçındaki benchte oturup dümen tutarak, kıpırdamadan ufka
bakarak geçirdik. Kokpit masasının içindeki dolaba attığım çubuk krakere bile
uzanamadım. Tek yaptığımız hareket, oturduğumuz yerden başımızı arkamıza
çevirip çevirip içimizi denize dökmek oldu. Konuşacak halim olsa ağzımdan çıkan
“Durdurun dünyayı inecek var” olurdu.
Denizin ortasında, üzerine DSI yazan dağlar gibi duran Ikaria`yı nihayet geçiyoruz ve birden tekne de biz de, -yo hayır biz hala kireç gibi suratlarla kıpırdamadan oturmaya devam ediyoruz aslında- sakinleşiyoruz. Dalga ve rüzgar belli bir düzene oturuyor o da bizi rahatlatıyor. Yazın ortasında buz gibiyiz ama terimiz boncuk boncuk .
Yavaştan moraller toparlanırken Kaptan hangi koya – tavsiye
bol nasıl olsa- demir atalım diye soruyor, yeter ki sabit olalım diyorum. Ve
ilk koya yaklaşıyoruz ;
Ben : Kaptan burası düz , dik kaya duvar, koy
nerede ?
Kaptan : Tavsiye edilen ilk koy burasıydı, dur bir
yaklaşalım da bakalım.
Hemen çift gözlü ama tek gözünü kullanarak gördüğüm dürbünümü
alıyorum.
Ben : Kaptan, o kayadan duvar değil, geminin
bordasıymış, nasıl bir tekne rengi bukalemun gibi kayaya karışmış.
Tavsiye edilen ilk koyda koy yok, gemi var. Hangi deliğe girecez
biz , ortada delik yok.
Ellerim dizlerim hala titriyor, bitik halde çaresiz bir
sonraki koya devam ediyoruz. Yaklaştıkça kulaklarımızda vızıltı, sancağımızda Mykonos
kaya duvarları. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Teknede minimum diyalog, maksimum şok.
Alargada bir tekne/geminin yanından geçiyoruz kocaman, kat kat
düğün pastası.
Başımla beraber kaldırıyorum dürbünü, amaaan bi daha mı gelicez buralara, başlıyorum dikize. Her katta ayrı aktivite, en üst katın bir altı spor sahası. Arkadaş beline direnç bandı takmış ama bildiğin düz koşu yapıyor, öylesine bir feet durumu söz konusu teknede. Gezdiriyorum dürbünümü geminin her yanında, ahaha o da nesi, kıçta 4 tane hurmalı Arap palmiyesi 😊
Ortalık giderek hareketleniyor demeye kalmadan kara sinek istilasına uğramış gibi her yerden jet ski yağıyor ve bizim kayık bir sonraki koya yaklaşıyor. Hayır, tabii ki yaklaşamıyor. Gemilerde talim olsa gerek, çıkarma yapar gibi her yer ultra süper lüks gemiciklerle dolu. Karayı asla göremiyoruz. Koyların girişi kesilmiş, kapatılmış duvar gibi bunlarla dolu. Yorgunluk bindiriyor, şaşkınlığı ise stoktan enerjiyle idare edebiliyorum anca.
Monte Carlo, Cannes , St. Tropez güzelleri, maşallah bandını
omzuna çapraz takmış, önümüzden geçiyor bir bir adeta , jüri olarak biz de puan
veriyoruz Kaptanla.
Seyrin adrenalini azaldıkça yorgunluk çoğalıyor. Acilen demir
atmalıyız, ama koyların yanına yaklaşamıyoruz, dahası göremiyoruz bile. Karaya
en yakın noktada demir atalım desek, gelmiş geçmiş tüm teknelerimizin
zincirlerini uç uca eklememiz
gerek, öylesine bir derinlikteyiz.
Bitmiş ve sıkılmış halde bir umut sonraki koya geçiyoruz ve işte yelken direkleri pruvamızda. Yaklaştıkça onlar büyüyorlar, onlar büyüdükçe biz küçülüyoruz. Öyle 3-5 değil 20-30 feet aramızdaki farkımız 😊 Tanrım nerede bu normal insanlar, koylar, kıyılar. Jet skiler kara sinek bulutu gibi etrafımızda, yorgunluk had safhada.
Son bir hamle ile Kaptan koyun kıvrımını takip ediyor ve
karşımızda direk tarlası, her yer tıklım tıkış tekne dolu. Demir atsan dibe
inmez. Dön dolaş yer arıyoruz ama bulamıyoruz. Jet skilere botlar ekleniyor,
bir trafik ki evlere şenlik.
Bir ses : Kaptanıııım, gel sen gel böyle yamacıma gel.
Kaptan : Kaptanım bu nedir yahu ?
O ses : Seni beni almazlar koya içeri. Tonoza bağlanma parası
kademeli gider, kıyıya yaklaştıkça tekne sayısı da parası artar ölçüsüyle
beraber.
Ne kaptanın yüzünü, ne de teknesinin feetini hatırlamadığım sadece kataraman olduğunu görebildiğim tekneden gelen o ses bize sahip çıktı. Sağ olsun o kaptan, bize yer açtı, yakınında alargada kalmamıza müsaade etti. Hatta “Siz akşam karaya çıkarsınız, ben sizin kayığa göz kulak olurum” bile dedi.
Nihayet sabit bir yerde, alargadayız. 2 saate yakın konuşmadan, kıpırdamadan öylece oturduk kaldık. Kendimize gelince suya girelim dedik. Merdivenden inecek halim yok, hadi indim merdiveni bırakıp dalgalı denizde kulaç atacak halim yok. Çay ocağı bardağı gibi, kendimi suya soktum çıkardım olduğum yerde, teri tuzu attım. Mykonos önümde, benim aklım bulanık midemde. Karaya çıksak botu kim indirecek, hadi sahile gitsek kim yürüyecek ?.
Kaptan ilk uzun cümlesini kuruyor saatler sonra ;
“Miço ! Hadi bize yap bi peynirli Mykonos makarnası”.
Mis gibi zeytinyağlı peynirli makarna ve kola ile biz midelerimizi bastırdık, uyku da bizi bastırdı.
Deliksiz bir uykudan sonra sabah erken uyandık ve demir aldık.
Hiç konuşmadık. Konuşmadan anlaştık.
Kaptan`ın hayal ettiği gibi; koyda demirleyip, botla karaya
çıkıp, partilere akmadan, dahası Mykonos`a adım bile atmadan -ben kesildum, geri doneyrum misali- aynen tornistan
yaptık.
Dönüş yolunda Donoussa ve Levitha adında iki ada ile tanıştık.
Leros, Panteli. Bir gece de burada kalır döneriz dedik, tam 8 gün aynı yerde alargada kaldık, anca kendimize geldik. (Bu kısmı daha sonraki yazılarımda anlatırım.)
Azime hanıma o günden beri rastlamadık ama Azim beyi yakaladık;
Kaptan : “Allah seni bildiği yapsın, o nasıl seyirdi öyle
!?”
Azim bey : “E ama kaptanım yol öyle."
Denizin altında üstünde, yanında yakınında olmanız dileğiyle..
Yelkenlievim ⛵
Yorumlar
Yorum Gönder