2022`nin İlk Seyri III. Bölüm (Dönüş Seyri Hüzünlüdür..)

 

Dönüş seyri hüzünlüdür !

 "Eve dönüşler mutluluktur, yelkenlievimden karaya dönüşler ise hüzünlü olur benim için. Seyrin sonunda temizlik olduğundan değil elbet :)"

Sardunya’nın iskelesinde Leylam ve eşi Muhammet beyle vedalaştıktan sonra, teknenin kıçtaki platformuna oturup uzun uzun bakıyorum güzel koya. Yine kısa sürede pek çok güzellik yaşattığı için teşekkür ediyorum onlara.

 


          Burnu dönüp koydan çıkınca, dönüş yolumuza odaklanıyorum.






II. bölümün sonunda bahsettiğim gibi; hava yok. Yelken de yok. Güneş pırıl pırıl. Motora kuvvet. Depomuz litre litre vedalaşıyor aldığımız mazotla. Rotamızda Knidos.

 

Dönüşte de bir gece Knidos`ta, alargada kalıp oradan Bodrum’a ulaşmayı planlıyoruz.

Şerbet gibi bir hava, yemyeşil tepeler, masmavi deniz ve gökyüzü. Hafiften müzik geliyor. Seyir boyunca arada, çay, kahve, su, atıştırmalık olarak tuz ve bol limonlu karpuz turpu dilimleri hazırlıyorum. Makinem hazır, kareyi görünce basıyorum deklanşöre ara ara. Sonra rehavet çöküyor kaptana, kokpitte uzanıp uykuya dalıyor. Dümen bende. Tek tük tekne görüyorum, Datça’nın güneyinden İnce Burun ’a doğru yükselirken Dodekanisos Seaways’e ait Yunan yolcu feribotu ile karşılaşıyorum, el sallıyorum, eller görüyorum karşılık veren neşeli. Ne kadar yakınız birbirimize diye düşünüp, anlamsız buluyorum sınırları. Bir taraftan akşam yemeğimizi planlıyorum aklımdan. Kaptan uyanıyor, alıyor dümeni benden, rotamızı, hava raporunu, haritayı gözden geçiriyor. Hava o kadar yok ki, enerjimiz yerinde, birbirimize bakıyoruz, hadi diyoruz gece seyri ile devam edelim, yeni rotamız Adaboğazı - Akvaryum. Bir yandan akşam oluyor, kaptan Fenerbahçe maçı için tabletini ve internet bağlantılarını kontrol ederken, ben mutfağa iniyorum (hayır ben Galatasaraylıyım).

 

Pruvamda Kaptan uykuda :)








Teknede benim tariflerimin adı genellikle yoktur, özellikle seyrin başında ve sonunda yemeklerimin ortak bir tanımı vardır “Teknede ne varsa”. Mutfağa inip aklımdakileri soframıza koymak üzere işe girişiyorum. Önceden hazırlamış olduğum otlar cepte, bir demet roka, mor lahana, yarım turp, kırmızı soğan, bol limon ve zeytinyağı ile kocaman bir salata yapıyorum. Diğer taraftan su kaynatıyorum, tabii ki makarna için:) Bu seferki ton balıklı domatesli bol acılı olacak. Hava kararmadan hızlıca yemeği hazırlayıp sofrayı kurmalıyım, seyre devam ediyoruz ve akşam geceye dönmek üzere. 

Kaptan sesleniyor “Miço, seyir ışıklarını aç” kalbim pırpır ediyor, midemde kelebekler uçuşuyor. Aşkın tarifiydi bu değil mi ? :)

 

Çabucak hazırlıyorum akşam yemeğimizi. Kaptan dümende, bir maç bir yemek her şeyi idare ediyor aynı anda. Ben çiğnemeden yutuyorum yemeğimi, bir an önce masayı toplayıp aşçılık görevimi tamamlayıp, gece seyri gözlemcisi olarak Jr. Kaptanlık görevime geçmek istiyorum. Kaptan koca kase salatayı götürüyor bu arada.

 

 


Koca kase salata 

Karanlık başlarken 


 

Tecrübeli kaptanım ve ben kıdemli miço, prensip olarak günbatımından evvel mutlaka demir atmış oluruz. Vardığımız yer değil de gittiğimiz yol çünkü bizi mutlu eden, bu sebeple gündüz seyirlerini tercih ettik hep. Denizin, gökyüzünün mavilerini görerek yol almak bize daha keyifli gelir. Bununla beraber epeydir de gece seyri yapmak istiyorduk, dönüş yolunda Poseidon ’un gönlünü almış, artık barışmış olmalıyız ki gece seyri yapmamız için müsaade etti bize :).

 

Knidos’u arkamızda bırakıp Kos görünürken hava iyice kararmıştı. Pruvamızda Bodrum yarımadasının ışıkları seçiliyordu. Ben bir kıça, bir sancağa bir kemereye gözle deniz üstünü taramaya koştururken kaptandan fırçamı yedim, ”Gece seyrini şaka mı sanıyorsun, hava karanlık, su soğuk, düşersen hoş olmaz, yerine geç ve öyle takip et”. Bir süre sonra heyecanımı dizginleyip uslu duracağıma kaptanı ikna edince kemerede oturup gözlem yapmaya izin aldım. 

Müthiş bir dinginlik, sessizlik. Arkamızda bıraktığımız karanlık, pruvamızda Bodrum’un ışıkları. Arada kaptana sorular soruyorum. Bir o yana, bir bu yana, bir gökyüzüne bakıyorum, güzellikten çıldırıcam, hem çok romantik buluyorum hem de heyecanlı, derken başımı indirip pruvamıza bakıyorum, aman yarabbim koca bir yük gemisi! Meğer kıyı şeridinde karanlık gördüğüm alan, boş arazi olduğundan değil, geçen yük gemisinin karadaki ışıkları görmemi engelleyen bordasıymış. Başında ve kıçındaki seyir ışıklarının tek bir gemiye ait olduğunu, yani gördüğümün kocaman tek bir parça olduğunu anlamamışım bile. Kıpırdamadan sesleniyorum anında, aslında sesim içimden çıkamıyor bile, “Kaptanım pruvamızda yük gemisi var”, kaptan “Devam et, biliyorum”, derin bir oh çekiyorum. 


                               (Karşında kara bir duvar gibi oluyor gece karanlığında, örnek için bu görseli bulabildim)

Başlıyorum daha sıkı göz taramasına, her gördüğüm kırmızı veya yeşil ışığı tekne sanıyorum, basıyorum çığlığı, yaklaştıkça artıyor yanılma katsayım:). Meğer ne çok yeşil ve kırmızı ışık varmış karada, vallahi yasaklansın diyorum ilk gece seyrimde:).

 

Karaadanın güneybatısında yelkenli bir tekne beliriyor. Hem seyir hem demir ışıkları açık. seyirde mi yoksa alargada mı ? Demirde olmak için fazla açıkta ve derinde, kerteriz alıp hareket edip etmediğini anlamaya çalışıyor, kızıyorum. Kaptan da kızgın ama kendine. Gece seyri ışıklarımızdan sancağı işaret edeni bozuk. Yola çıkmadan kontrol etmediği için kendi kendine söyleniyor. Nihayet gizemli yelkenlinin hareket halinde olmadığına ikna oluyorum.

 

 

Koya yaklaşırken fenerlerimiz hazır durumda, kafa lambalarımızı takıyoruz. Zincir sayacımız da bozuk olduğundan ben başa gidiyorum, boncuk saymaya:).

 

Karadayken konuşmadan anlaşabilen bir çiftiz biz, öyle ki tabu oynarken aynı gruba asla koymayacağın iki arkadaşın gibi :). Denizde de iyi bir ekibiz. İlk seferde atıyoruz demiri zifiri karanlıkta Adaboğazı’na, alargada kalıyoruz gece. Yine tek tekneyiz.

 

Yazları lunapark dediğim Adaboğazı -Akvaryum koyunu böyle görmek şaşırtıyor beni. Tek tek kayaları, kuytuları ayırt ediyorum gecenin karanlığında. Günübirlikçi tekneler, kıçtan kara bağlanıp yaz boyu yerinden kıpırdamayan tekneler, dev motoryatlar, jet skiler, seyre çıkan seyirden dönen yelkenliler, balıkçılar, havalı kara şimşek RIB`ler, bol ışıklı çalgılı çengili kamaralı piyadeler, guletler tüm gün gider gelirler. Tam bir panayır alanı gibidir yaz aylarında özellikle hafta sonları Akvaryum koyu. Günbatımında el ayak çekilir, üç beş tekne anca kalır. Bazı günler bol müzik, kahkaha bazen de nara sesleri gelir, kavga çıkar. Havaalanlarını çok severim, insanları gözlemlemek için muhteşem yerlerdir, duyguların filtresiz ortaya döküldüğü ortamlardır çünkü. Akvaryum koyu da öyledir, her türlü kesimden insanı gözlemlemek için idealdir.

 



Adaboğazı - Akvaryum Koyu 



Kısa bir süre sessizliğin ve tek tekne olmanın tadını çıkarırken bunları düşünüp içeri giriyorum. Biraz yorulduğumu ve üşüdüğümü fark ediyorum. Jeneratörü çalıştırıp, seyirde çıkan kirlileri bulaşık makinesine doldurup düğmeye basıyorum. Uykuya hazırlanırken kaptan içeriyi ısıtmak için klimayı çoktan çalıştırmış bile. Master kabine girip yatıyorum, bir türlü ısınmıyor kamara, elimi uzatıyorum, soğuk hava üflüyor her taraftan, klima bozulmuş :).Son gecemizin yeni sürprizi kaptanı kızdırıyor yine, kışlık yorganı da evde unutmuşum, bulabildiğim örtü, havlu ne varsa üst üste seriyorum ısınmak için, uykuya dalıyorum.

 

Sabah erkenden uyandım her zaman olduğu gibi. Hava kapalı ama sakin ve yumuşamış. İçimde tanıdık hüznümle birlikte sabah kahvemizi içiyoruz. Onca yıldır üzülmediğim, hüzünlenmediğim tek bir seyrim yok, son gün diye, bitti diye. Her defasında seyre çıkışlarım mutlu, neşeli, seyir dönüşlerim ise hüzünlü oluyor. Bitmesin istiyorum, ayaklarım karaya basmak istemiyor bir türlü. Tam duygusallığın dibine  vurmuşken bir uğultu duyuyorum, sürat teknesi olmalı, birazdan görünür. İşte karşımda, havalı bir kara şimşek rib, test turuna çıkmışlar belli ki. Pazartesi sabahı, iki adam “Hasan Hüseyin” montlarıyla ne arasın bu koyda başka. Bana şöyle bir bakıp süratle geçiyorlar sığlıktan. Birkaç hızlı turdan sonra geri dönüyorlar. Bizim için ayrılan seyrin bu kez kesin sonuna geldik, neta olup demir alma vakti. Kaptanın kahvesi hazır gidip uyandırayım.

 

Hatchler kapandı, lumbozlar kapandı, çekmece ve dolapların kilitleri kontrol edildi, uçacak, düşecek, kırılıp dökülebilecek her şey kaldırıldı ve sabitlendi. Ocak ve su kapalı. Klozet kapakları kapalı. Motor çalıştırıldı. Navigasyon açıldı. Telsiz ve telefon kokpit masasında hazır. Saçlar toplandı :). Gözlük takıldı. Eldivenler giyildi. Güvertede yürümek, hatta koşmak, koşarken de ayak parmaklarını çarpınca alınan darbeyi en aza indirmek için takozlarım hazır:); kışın neşesi çapalı, kedili, köpekli çoraplarım ve meyveli crocslarım giyildi. Koltuk halatları hazır. Kakıç hazır. 

Kaptan sesleniyor “Kahvem nerede miço ?”.

 

Tekne neta. Demir alma vakti.

 

Başa gidiyorum. Çapada çamur kaldıysa kaptana işaret verip, suda temizlemesini isteyeceğim, temiz geldiyse sorun yok, o zaman çapayı derhal pullpit’e volta ederim.

 

Yavaş yavaş limana doğru yol alıyoruz. Yaklaşırken kıçtaki güvenlik tellerini açıyorum. Güverteye çıkıp usturmaçaları atıyorum ve hemen yerime dönüyorum. Kaptan limana giriş yapacağımız bilgisini veriyor, bir sürpriz daha, yerimize başka tekne bağlamışlar. Yüzüm asılıyor. Kendi tonozumuzu istiyorum, bilmediğin bir tonozu çekmek ve volta etmek çok sevimsiz iş biliyorum. Neyse ki gecikmeden haber geliyor, biraz oyalanırsak yerimizi boşaltacaklarını öğreniyoruz ve limana giriyoruz. Palamar bizi pontonda bekliyor. Kaptan şıkır şıkır yaklaşıyor, rüzgara göre önce sancak koltuk halatını al ver yapıp, tonozun el incesini kakıçla alıyorum, seri biçimde işleyerek başa gidiyorum. Benim için sarı kılçıkla kaptanın işaretlediği güzel tonoz halatımı var gücümle çekip koç boynuzuna bir güzel volta ediyorum. Hızlıca kıça gidip iskele tonozunu işlemeye başlıyorum ve volta ediyorum. Tekrar kıça koşup iskele koltuk halatını hızlıca koç boynuzuna bağlayıp, sancak tarafa atlıyorum, kaptanın tornistanıyla uyumlu hareket ederek koltuk halatının boşunu alıyorum, aynı işlemi iskele koltuk halatı için tekrarlıyorum. Kaptan okey işareti veriyor bana. Seri ve sakin pırıl pırıl bağlanıyoruz yerimize.

 

Seyirden dönüşler benim için hüzünlüdür demiştim, yazıma da yansımış görünen o ki. Biraz neşelenelim öyleyse, nasıl mı ? 

Teknede temizlik vakti :)

Kaptanın mücevher kutusu 

Hiç bir şey göründüğü gibi değil :)



Taşıma arabası hazır ol da bekliyor 

Tekne yan gelip yatma yeri değildir, tembellik edeni fırçalarım !



Bağlanma telaşı, koşturması sonunda beş on dakika oturup soluklanmak, sakinleşmek iyi geliyor. Dinlenirken aklımda tekneyi toparlama planı yapıyorum.

Kaptan tekneyi kara elektriğine bağlarken, ben kirlileri toplamaya başladım bile. Her seferinde gaza gelip, koltuk kılıfları, paspaslar, yastık, örtü ne varsa toplayıp eve götürüp yıkamayı seviyorum. Gereklilik şöyle dursun evet seviyorum, Hele ki uzun süre seyre çıkılmadıysa, özellikle havlu ve nevresimler kışın teknede nemleniyor ve koku yapıyor. Master kabinden başlayarak kıça doğru önce kirli çamaşırları toplayıp bez çantalara dolduruyorum. Ardından çöpleri topluyorum. Sonra bulaşıkları kurutup dolaplara yerleştiriyorum. Kışın pek sorun olmuyor ancak yazın en son yaptığım işlem, bozulabilecek gıdaları termos çantalarıma doldurup eve götürmek oluyor. Her şeyi hazırladıktan sonra kaptanla beraber pontona taşıyoruz eşyaları. Boşalan tekneyi temizlemek daha kolay oluyor. Yelkenlievimi ev gibi yapan çamaşır ve bulaşık makinemden başka Viledam ve Daisy dediğim Dyson süpürgem :)

Tekneyi baştan kıça süpürüp siliyorum. Ahşap raf ve dolapları, buzdolaplarının içini, banyoları, tuvaletleri mutlaka temizleyip öyle ayrılıyorum tekneden. Kullandığım deterjanları burada detaylandırmaya niyetim yok ancak doğaya ve tekneye zararı olmayan doğal malzemeler kullandığımı söylemeden geçemem. Temizliği tamamladıktan sonra, hatchleri, lumbozları, kapı, kapak, dolap kilitlerini de kontrol edip yelkenlievimle tekrar kavuşmak üzere sözleşiyorum.

 

Ben tüm bu işleri yaparken kaptan nerede derseniz, bana elektriği verdi, kendisi kokpitte kahvesini yudumluyor :).

 

Tekne ve araba arasında eşyalarımızı taşımak için aldığımız katlanır taşıma arabasına yüklüyoruz çantalarımızı. Pontonda bizi gören palamarlardan biri tekneyi satıp taşındığımızı sanıyor, hayır diyor kaptan bu bizim rutin halimiz :).

 

Seyir sonu geleneksel tekne kıçı hatırası, bu kez 15.yıl kutlaması :)

Araba yine tavana kadar eşya dolu, kaptan söyleniyor. Takmıyorum:).Bana güzel bir akşam yemeği ısmarlayacak birazdan, çünkü hak ediyorum:).

 

"Uzun aradan sonra seyre çıkınca, rotamızda da sevdiklerimiz olunca, anlatacak çok anı biriktirdik bu seyirde ve üç bölümde aktarmaya çalıştım. Sonuna kadar okuduğun için teşekkür ederim."

Denizin altında, üstünde, yanında, yakınında olmanız dileğiyle..

Yelkenlievim⛵️

 


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Beynelmilel Ehliyet !”

Tekne Misafiri Bohçası !

Mykonos Makarnası !

Teknede Tuvalet !

Baş Üstünde Kadınlar !